Her şeyin anlık olarak değiştiği günümüzde seyahat konusundaki tercihlerimiz de günden güne farklılaşıyor. Sosyoekonomik dengeleri sorgulayan, çevreye ve diğer canlılara duyarlı 21. yüzyıl insanı, seyahat ederken aklını ve ruhunu doyurmak, kendini yenilemek, gerçekleştirmek ve zenginleştirmek istiyor. İstediği şey için para harcayabilen, özgürlükçü, yenilikçi, yetinmeyi sevmeyen bu iyi eğitimli yeni nesil seyahatseverler, eğilimleriyle ulaşım ve tatil de dahil pek çok sektöre yön veriyor. İşte destinasyondan konaklamaya, yapılan harcamadan iletişim kanallarına 2016'nın seyahat trendleri.
Bugünün insanı için en değerli şey "zaman". Hal böyle olunca yeni nesil seyahatseverler de yalnızca fotoğraf çekip hayran hayran etrafına bakan "pasif turist"lerden olmak istemiyor. Hepsi yeni kültürler keşfetmenin, farklı insanlarla tanışıp konuşmanın, ara sokaklara girip sıradışı çarpışmalar ve karşılaşmalar yaşamanın, kısacası "gezgin"leşmenin peşinde.
Özellikle sosyologların X ve Y olarak tanımladığı genç, kariyer sahibi ve ekonomik özgürlüğe sahip yeni kuşak; aklı çelinmesi zor, yetinmeyi sevmeyen, aklına estiğini yapan bir karakter sergiliyor. Bu da onları yeni yerler aramaya, denemeye, akla hayale gelmeyen şeyler yapmaya itiyor. Yeni nesil seyahatseverler dünyanın en ücra köşelerinde bilmedikleri hikayeleri keşfetmek, yeni hikayelerin kahramanı olmak istiyor. Zenginliğin cepteki para değil, yeni şeyler deneyimlemek olduğunun farkındalar. Onları Sierra Leone'de maden işçileriyle sohbet ederken veya Guatemala'da tarım işçilerini fotoğraflarken görebilirsiniz.
Tüm gün havuzbaşında yatmak ve snack bar'ın önünde turlamak çok gerilerde kaldı. Bugünün mottosu "beden, ruh ve zihin sağlığı". İnsanlar artık bunun bir lüks olmadığının, tam tersi sağlıklarını korumak için seyahat etmeleri gerektiğinin farkındalar. Öyle ki Avrupa ve Amerika'da kimi şirketler, bütçesi uygun olmadığı için seyahate çıkamayan çalışanlarını, masraflarını karşılayıp tatile gönderiyor. Bazı şirketler işe alacağı çalışanın önceki şirketinden ayrıldığı zamana bakıyor ve eğer arada tatil yapmamışsa "dinlen ve öyle başla" diyor. Ayrıca zamanın çok kıymetli olduğu günümüzde insanlar seyahat dönemlerini; sigarayı bırakmak, forma girmek ve detoks (özellikle teknoloji detoksu), yoga-meditasyon gibi ruhu ve bedeni sağaltan yöntemlerle şifa bulmak için kullanıyorlar. Yoğun iş ve şehir yaşamında kaybettikleri sağlıklarını; güzellik/bakım kürleri, masaj, aromaterapi, fitness, yoga ve pilates içeren, doğaya ve kendine dönüş kamplarında tekrar kazanmayı amaçlıyorlar. Son yıllarda sağlık turizmi oldukça revaçta. "Hem seyahat hem sağlık" trendi ise önümüzdeki yıllarda daha da çok önem kazanacağa benziyor.
Yaşadığımız dünyanın gitgide yok olduğununun ve artık üretimden tatile, yaptığımız her şeye özen göstermemiz gerektiğinin hemen hepimiz farkındayız. Dünyanın dört bir yanını dolaşan, doğal hayata tanıklık edip yeryüzünü nasıl bir yer haline getirdiğimize şahitlik eden gezginler, bu konuda daha duyarlı ve bilinçli. Bu da tüm dünyada seyahat de dahil, yavaş ve ekolojik olan her şeye büyük bir ilgi duyulmasını sağlıyor. "Slow travel", "slow city", "slow food" ve "eco travel" tutkunları dünyanın dört bir yanında çığ gibi büyüyor. Dünyanın en yavaş 6 şehri başlıklı yazımızdan da slow city örneklerini görebilirsiniz.
Tıpkı Sean Penn'in yönetmenliğini, Eddie Vedder'ın müziklerini yaptığı modern dünya eleştirisi "Into the Wild" filminde olduğu gibi yeni nesil seyahatseverler doğaya ve giderek de daha el değmemiş, keşfedilmemiş destinasyonlara gitmeyi tercih ediyor. Modern dünyanın ve şehrin yapay, kurgu yüklü dünyasından uzaklaşıp doğal yaşamı yeniden hatırlamak, hayvanların ve bitkilerin vahşi dünyasını keşfetmek isteyen gençler aradıklarını, Afrika kabile yaşamında veya fil, zürafa, aslan, su aygırı ve timsah gibi bölgeye özgü canlıları gözlemleyebilecekleri safarilerde buluyor. Bu doğrultuda Kenya, Botswana ve Tanzanya'nın yükselişi bu yıl da devam edecek gibi gözüküyor. Namibya muhteşem doğasıyla, Darwin'in adası olarak bilinen Madagaskar, dünyanın başka bir yerinde görülemeyecek endemik fauna ve florasıyla ön plana çıkıyor. Etiyopya ve Papua Yeni Gine'de ise seyyahların gözdesi, kabile ziyaretleri.
Bu da nasıl oluyor dediğinizi duyar gibiyiz ama özellikle son yıllarda gezginler bu mantıkla hareket ediyor. Görmek, deneyimlemek istedikleri bir yer, ruh-beden sağlıklarına iyi geleceğini düşündükleri bir program için gerçekten iyi rakamlar ödüyor ama en asgarisi de olur dedikleri standart yemek-konaklama-ulaşım üçlüsünde pazarlık gurusu haline gelebiliyorlar. Cebinde parası olsa dahi akıllı harcama yapan, artırdığı rakamlarla yeni yerler görebileceğinin farkında olan, bu nedenle ince eleyip sık dokuyan bu gezgin tipi daha fazla harcamaya hazır. Yeter ki gerçekten daha sağlıklı ve mutlu olacağına inansın.
Bir yere seyahat kararı verirken mimarisi, doğası, yemekleri, eğlence hayatı ve elbette 21. yüzyılın anahtar kriteri "hesaplı oluşu" çok önemli. Ancak araştırmalar bunun dışında bir şeyi daha çok önemsediğimizi ortaya koyuyor. Dünyadaki gezginlerin yarıya yakını gideceği yeri belirlerken halkının nasıl olduğuna da bakıyor. Yerel halkın yaşantısı, bugüne taşıdığı yaşam kültürü, dünyaya bakış açısı, seyahat kararında oldukça etkili. Eğer o bölgenin insanı ve kültürü ilgilerini çekiyorsa gidiyorlar. Ayrıca seyahat edilen yerdeki küçük topluluklara, niş kültürlere, farklı etnik ve inanç gruplarına duyulan ilgi gün geçtikçe artıyor. Örneğin New York'a üç saat uzaklıktakı Amish Köyü veya Avustralya yerlileri Aborjinlerin köyleri her yıl yüzlerce gezginin rotasında yer alıyor.
Beş yıldızlı konaklama devrinin çoktan kapandığını hepimiz biliyoruz. Her adımda özel yaklaşımlar arayan bilinçli gezginler, konaklama konusunda da farklı alternatifler geliştirmiş durumda. Özellikle globalizmin kucağına doğmuş X ve Y kuşağı tüm dünyayı evi gibi görme eğiliminde. Pansiyon, otel, hostel; kendilerini evlerinde gibi hissettikleri her yerde konaklıyorlar. Hatta son dönemde Airbnb, FlipKey, HomeAway, Roomorama gibi ev veya oda kiralama gibi uygulamalar ve Couchsurfing gibi paraya değil referansa/puanlamaya dayalı sistemler sayesinde gittikleri noktalarda yerli halkın evinde kalıyorlar. Bu yaklaşım gezginlere, tasarrufun yanı sıra gittiği yerin kültürüne daha yakından tanıklık etme, yabancılık çekmeme gibi artılar da sağlıyor.
Tüm gezginlerin konaklamalarda belki de ilk baktığı şey internet. Öyle ki dünya çapında yapılan araştırmalara göre, gezginlerin %46'sı bu hizmeti sunmayan bir yerde konaklamak istemiyor. Kablosuz bağlantı ve klima seyahatseverlerin olmazsa olmaz listesinin başında geliyor. Konaklama türünde ise eğilim genelde oda+kahvaltı yönünde. Pek çok kişi, sabah kalkıp uykulu uykulu bilmediği bir destinasyonda kahvaltı mekanı aramaktansa otelinde kahvaltı yapmayı tercih ediyor.
2016 başından bu yana arama motorlarından en çok New York ve Bangkok şehirlerini arattık. Bu şehirleri sırasıyla Amsterdam, Paris ve Roma ve Berlin izliyor. Uzak destinasyonlar bu yıl oldukça popüler. Küba ve Japonya bu listenin başında geliyor. Geçen yılın 1.si Moskova ise bu yıl 9. sırada. Yurtiçinde ise en çok İstanbul, Antalya, İzmir, Ankara ve Adana'ya uçak bileti aradık.